1-Dağ, taş, engel demeden gelmiştik bu kanyona
2-Bu vadide başladı yollara düşüşümüz
3-Döndüm ilk ayrılığın başladığı o yere
4-Sana baktım yıllarca hasret penceresinden
5-Bir dağ esintisinden, bir çoban çeşmesinden
6-Ayışığı tutuşan; okyanusa inerken
7-Bu akşam sohbet sofrası, cennette bir an gibiydi
8-Gönül aşkın eşiğinde pür-nur olur yana yana
9-Can özümüzde nuru, onurla kundakladık
10-Ay ışığım iki gözüm, alın terim, gururumsun
11-İlahi bir tevaffula yâr ve yâranımdır benim
12-Gönül, ne ummansın, ne de çağlayan
13-Gök nuru karanlıklardan yükselirken asumana
14-O bir gönül mihmanı, o bir sohbet-i ihvan?
15-İlahi bir tevafuk: imge tamam, im tamam
16-Mâh’ın yörüngesine, nurun cazibesine
17-Gönül ne söyledin ne yazman oldun
18-Kuşluk sohbetleri, Edirnekapı
19-Kucağında nur saçan mabet Edirnekapı!
20-Kuşluk Sofralarından Kuşluk Sofralarına
21-Bir eser düşlüyorum ufuklardan aşacak.
22-Gönül mabedimizin minberine kurulduk;
23-Kırık bir ayna gibi beni de sürükleyin
24-Ne baharda sevdik ne kar yağarken
1
1-
Dağ, taş, engel demeden gelmiştik bu kanyona
İşte tam bu kanyonda gözüm takıldı ona
Brandasını saran yorgun bir arabacı
İnsan yok mu? der gibi bakıştık acı acı
Boşandı boşanacak, bulutlandı gökyüzü
Rüzgar aldı götürdü ne düşündüğümüzü
Damlayan çam sakızı gibi iki damla su
İki gök taşı gibi savurdu okyanusu
Uyandım alnımdaki titreyen soğuk terle
Yorgun şakaklarıma savrulan köpüklerle
Bitti rüyam, kültürüm, ahlaki sandıklarım
Etik sezgim, öngörüm,ufkum, kazandıklarım
Ya bu arabacının bir kördüğümü varsa.
Tutunmak istiyor da, ya tutunamıyorsa
Bulutun her damarı, yağmurun her sicimi,
Tamburun teli gibi, dillendirdi içimi
Gel bulutların kızı, gel kuşluk aydınlığı.
Gel de bitsin bu hasret bu tutkunun çığlığı.
Paylaşalım her derdi, her sevinci başa baş
Her anı hep el ele, her anı hep arkadaş,
Baştan yorumlayalım yaşama sanatını.
Dostluğun doruğunu, sevinin üst katını
Sen öncü arabacı, taşta çam ağacısın,
Direnişin önderi, devrimin baş tacısın
Çelikten bir yay gibi asla sönmesin hırsın
Güneşin sofrasında, dostlar arasındasın
Engelleri katlayıp üstüne basa basa
Kendine ulaşmalı, kendini aşmalısın.
Öyle özgün bahtiyar, mutlu, olmalısın ki
Ardından beni bile gururlandırmalısın
....... .(...yarım kalan dizelerden...)
2-
Yollar dağ doruğundan arşa yükselen yollar
Dağlara diz çöktüren, aşka yol veren yollar
Ufku tutuşturdukça fecrin ilk alevleri
Uzaklardan göz kırpar,yaylanın çam evleri
Çisesi ninni söyler, zümrüt çay bahçesine
Cennet coşmuş yansımış nevruz elbisesine
Çiçeği çay çiçeği, balı anzerin balı
Yaylada dana eti, yalıda kavurmalı
.................
ah.İkizdere 2018
3
3-
İKİZ DERE
Döndüm ilk ayrılığın başladığı o yere
Eski hatıralara can suyu vere vere
"İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!"
Bir yürek yangınıyla hava ılık mı ılık
Şurda kuşluk masası şu köşede o vardı
Güneşi hedefledik ilk durak yıldızlardı
Yeniden yorumladık kainatı, hayatı
Çiçekte sonsuzluğu doğadaki sanatı
Bir cennet provası bir yemyeşil galaksi
Cennet gibi coştukça coşan nur şelalesi
Yollar dağ doruğundan arşa yükselen yollar
Dağlara diz çöktüren, aşka yol veren yollar
Ufku tutuşturdukça fecrin ilk alevleri
Uzaklardan göz kırpar,yaylanın çam evleri
Çisesi ninni söyler, zümrüt çay bahçesine
Cennet coşmuş yansımış nevruz elbisesine
Şu oksijen vadisi, şu orman, taştaki çam
Beni çekiyor yine kendine akşam akşam
Gece derin ve sessiz, gece dingin bir kuyu
Çekirge sesi bile kovalıyor uykuyu
Ah! güzelim bir görsen yaylanın han düzünü
Bulutların üstünden seyreyle gökyüzünü
Çiçeği çay çiçeği, balı anzerin balı
Yaylada dana eti, yalıda kavurmalı
Güneş kızıl yakutken, yakar Kara Denizi
Titrek ışıklarıyla Rize selamlar bizi
......
azaklihoca. ikizdere 2018
Dünya Cennetin Bir Provasıdır
.....................
4
ikiz dere,
4-
Sana baktım yıllarca hasret penceresinden
Bir avuç içinde sen, bir cennet içinde sen
Sen kalbin atışında sen kanın akışında
Kuşluk aydınlığında, güneş batışında sen
Yıllar var ki dört mevsim nadasa bırakılmış,
Ne duvağı takılmış, ne kınası yakılmış
Bir cennet provası, yemyeşil zümrüt mekan
Hak'tan bize bir vahiy, Hak'tan bize armağan
Dağ kokan nefesiyle, çamda yağmur sesiyle,
Nevruz başaklarını emziren çisesiyle
Deresi, şelalesi, hepsi bir duygu seli
Hepsi aşka susamış, hepsi deli mi deli
Para kadar bulut yok, gün apaydın, gök nurlu
Ne oldu anlamadan bir de baktın yağmurlu
Ne bent koyar ne engel, savurur yerden yere
İki deli çağlayan, iki aşk, ikiz dere,
Ya damlada ummandı doldum bendimden taştım
Ya da bendimi yıktı taştıkça berraklaştım
Kırgın bakma göz nurum , kırılma, anla bizi
Deli yetiştirdik biz deli yüreğimizi
...............
5-
Bir dağ esintisinden, bir çoban çeşmesinden
Dağ kokusuyla yüklü bir can suyu, bir candın
Bazen bendinden taşan bazen şelalesinden
Bazen hırçın köpüklü bazen ilk heyecandın
Bir dağ esintisinden, bir çoban çeşmesinden
Başakları emziren sisle beraber gelsen
Gelsen nefes nefese, dinlesem seni senden
Bir bayram müjdelesen bize senin sesinden
Ben de sersem üstüne yüreğimden; sen, sen, sen…
Başakları emziren sisle beraber gelsen
Bir bilsen senelerce, seni senden habersiz
Gelincikler içinde seyrettim sessiz sessiz
'Derler, yağmurdan sonra olgunlaşırmış başak'
Ne bir taç örebildim ne beline bir kuşak
Seni senden habersiz seyrettim sessiz sessiz
Sensiz ne ay ne güneş güldürmedi içimi
Nasıl yaşadım bilsen yıllarca senden uzak
Yazmak mutlaka yazmak, hem hece hece yazmak
Yazdıkça hatırlamak, ve hep seni yaşamak
Sensiz ne ay ne güneş güldürmedi içimi
Bu dağlar susandırdı, bu yaylalarda yandım
Bin bir düşle uyudum, bin bir düşle uyandım
Yılların geçeceği resmin solacağına
Ne gönül inanmıştı ne de kendim inandım
Bu dağlarda susadım, bu yaylalarda yandım
Sen her şafak sökerken, gün aydınlandığında
İçime fecir gibi dolan günebakandın
Gönlümü kamaştıran bin bir renk çığlığında
Sen yaşama kaynağı, sen cana can katandın.
Sen her şafak sökerken, gün aydınlandığında
Gel de iki dost gibi, tutuşa tutuşa bak.
Sessizce yüreğime bakışlarını bırak.
Bu mukadder tutkunun çığlığını duyarak
Ya bir damla su gönder ya derya ol ak da gel
Üstü çizilenleri peş peşe bırakarak
Kördüğüm palamarı, gemileri yak da gel
........(...yarım kalan dizelerden...)
ah. İstanbul 2018
6
6-
Ayışığı tutuşan okyanusa iniyor
Titreyen köpükleri okşayıp geziniyor
Çengeli bulutların burcuna takıyoruz
Sessiz sağanakları serbest bırakıyoruz
Yüreklerden visali gökyüzüne taşıyor
Hudutları aşıyor, arşı dolaşıyoruz.
Kâh nura yaklaşıyor kâh uzaklaşıyoruz.
Sonsuzu paylaşıyor, sonsuzu yaşıyoruz
Gün batımı okyanus tutuştu derin derin
Kolları delik deşik körkütük yelkenlerin,
Sustu gök, sustu bulut sustu ay, sustu ışık,
Peşine sürüklendik derin sessizliklerin
İmge suskun, im suskun, zaman kısa, yol uzun.
Kül rengi tüller sardı ufkunu yolumuzun
Kuşluk sohbetlerini aydınlatan o nurun
Yerine ayrılığın gölgesi uzun uzun
………..
(….yarım kalan dizelerden...)
ah, istanbul, ağustos 2012
7-
Bu akşam gönül sofrası, cennette bir an gibiydi
Cennetin bir provası; Hak’ tan armağan gibiydi
Gecemiz Kadir gecesi günümüz bayramdı ama
Aşk orucu, ne muharrem, ne de ramazan gibiydi
Gözden göze selamlaştık, candan cana kucaklaştık
Gönülden gönüle taştık, melekler hayran gibiydi.
O, bir inci, o bir mercan o bir canan, o bir candı,
Duru berrak bir asuman kıyısız umman gibiydi
Şahinine, şahbazına, seçkin takım yıldızına,
Muzaffer bir başkumandan münevver kaptan gibiydi
Kevser ırmağından suyla, cennetin gül kokusuyla
Hem ana gibi mihriban hem de bahçıvan gibiydi
Gönlümü seyran eyleyen, nur ile yeksan eyleyen
Aşk-ı mi'marân eyleyen mihr-i mâh sultan gibiydi
Candan cana selamlaştık, bayramlaştık, kucaklaştık
Gönülden gönüle taştık, melekler hayran gibiydi.
………
asuman: gökyüzü
mihriban: şefkatlı
...........
8
8-
Gönül aşkın eşiğinde pür-nur olur yana yana
Bu ne hikmettir ki nuru, nakşolur ömr ü zamana
Huda’nın bir inayeti, tevafuk u beşareti
Bir lütfü bir letafeti, yansır münevver olana,
Deli-divanedir gönül, harabat-ı viranedir
Şem'e pervane mi nedir, yanar dolana dolana
Bazen hicran, bazen sûzân, bazen sabr u tahammülde
Çekilir an-be-an gönül, imtihandan imtihana
Tavafta savrulur gönül, arafa sürülür gönül
Yeniden dirilir gönül, çıkar seyr-ı asumana
Aşk-ı derya olsa cihan, mihrimahi inci-mercan
Gözümde nur sinemde nur taşar ummandan ummana
Canı canan, sırrı seyran, ilmi irfan, feyzi umman
Mest ü hayran olan gönül, aşkolsun aşkolsun sana,
Kabul et hecri, hicranı, yâd et sohbet-i ihvanı,
Bu müstesna armağanı, aşk ile kundaklasana
Koy dalga dalga dert gelsin, bahtı-nasibi yel alsın
Dert etme derdi dert kalsın, derya ol katıl ummana
Cevheri aşk-ı nur olan menzili vasl-ı nur olan
Hem-demi mahinur olan aldırmaz berk-i borana
Deşt u sahrayı geçmeyi, aşk ile tavaf etmeyi,
Vaslın şarabından meyi, niyaz et ‘Allah aşkına’
Eğer kâl olsa hâl eyler eğer zehrolsa bal eyler
‘Hak neylerse güzel eyler’, ‘Hu âmennâ ve saddeknâ
ah. isranbul, 2017
münevver: nurlandırılmış, aydınlatılmış,
nur: (şem): mum
pervane: kelebek
beşaret: müjde
asuman: gökyüzü
berk: parlayan, şiddetli
ihvan: samimi, candan dostlar
kâl: ergimiş ve ayrılacak durumda olan madde
deşt: bozkır, çöl
hemdem: canciğer arkadaş
u: ve (bağlaç)
……………
(…yarım kalan dizelerden.
9
Nurlu Tutku
……………….
9-
Can özümüzde nuru, onurla kundakladık
Ummandır o nur bize, incidir sevgimize
Gözyaşıyla barışık hüznü askıya aldık
Derin okyanusların sükutuyla biz bize…
Açıldı perde perde nura açılan perde,
Yüreğimiz göklerde sevdamız ötelerde
Şafak ile gurubun kızıllaştığı yerde
Cemre gibi damladı çaresizliğimize.
Kuşluk sofralarını, inşirahla suladık
Vuslatın hamurunu nur ile mayaladık,
Muhabbeti hasretin girdabına doladık,
Savruldukça sarıldık, kenetlendik biz bize.
Yeniden yorumladık, kâinatı, hayatı
Çiçekte sonsuzluğu, doğadaki sanatı,
Cennet provasıydı dostluğun çatı katı
Miraca çıkar gibi çıktık birbirimize.
Öyle sermest olduk ki, ben mi o yum, o mu ben?
Yeniden harmanlandım, yeniden kodlandım ben
Yansıdıkça susadım susadıkça yandım ben
Mihraba durur gibi durduk birbirimize
“Aşk da o, hasret de o, yürek de o, ben de o”
Kalem oldu bende o, kelam oldu bende o
Ne yandırdıysa bende, ne yaktıysa bende o
Taşan okyanusları kardık denizimize.
ah, İstanbul ben, Ekim 2014
10
10-
Ay ışığım iki gözüm, alın terim, gururumsun
"Yüreğime kundakladım." gönül aynam, göz nurumsun
Emeğimde, eserimde hem kalemim hem de dilim
Hem tasarım, tasavvurum, hem mayam hem hamurumsun
Nur işledim hale ördüm bahr-i aşkı baştanbaşa
Damla damla dalga dalga, damar damara baş başa
Gökyüzünü maverayı, arşı dolaşa dolaşa
Adını göklere yazdım ister paylaş ister dursun.
Gölgeler sarmasın asla ay nurlu yüzünü yasla
Yıldızlardan salıncak as, arşı bağla okyanusla
Güneşe köprü istersen bir ucunu bize yasla
Şafak senin, gurup benim ister paylaş ister dursun
Seni o dalgalar yorar, dolaştırır yer yer seni
Oyalar taşlara çalar, yere serer yer yer seni
Gel, eski iki dost gibi, gel tutuşa tutuşa bak.
Sessizce bakışlarını göz bebeklerime, bırak
Aşkı gözbebeklerinden yüreğime boşaltarak
Yak kördüğüm palamarı, gemilerini yak da gel.
Bu bir liman bir sığınak, şefkat köpüğü sahiller
Bu bir cennet provası, kıyamda bekleyen fener
Bu kıyılar bu sahiller, bu sahillerdeki izler
Her köşesi dosta açık Cennet yansıması her yer
Al ömrünün, kalanını, al istediğin yere ser,
Zaman senin, mekân senin ister paylaş ister dursun
...............
(......yarım kalan dizelerden.....)
ah, İstanbul, Ekim 2013
...........
11
İlahi tevaffukuyla yâr ve yâranımdır benim
Hem en kadim hanedanım hem de mihmanimdir benim
Kevn u mekânda agâhım, mahım, sultan-ı yegâhım
Hem mihrabım mihrimahım hem mihribanımdır benim
Hem ‘sır’ım hem de billurum, gönül aynam göz nurumdur,
Hem nakşım hem de nakkaşım hem yansıtanımdır benim
Hem dehamda hem gönlümde hem şanım hem de rahşanım
Gizlesem gizlemesem de nam u nişanımdır benim
Hem sözümdür hem de özüm kuşluk güneşi gökyüzüm
Hem nevruzum nev-baharım hem de hazanımdır benim
Cennet bağından bir çiçek sonsuza çözülen her renk
Renkler ötesi rengârenk, renk asumanımdır benim
Dört mevsim fidanım dalım, yaprağımda damarımdır
Hem kevserim hem de sâkim, ab-u revanımdır benim
Hem tenimdir hem de tinim ben mi o yum o mu benim
Hem genimdir hem ekinim hem de harmanımdır benim
Hem emeğim hem ahengim, hem kalemim hem dilimdir
Hem gönül tercümanımdır hem de lisanımdır benim
Hem sohbet-i nüktedanım, hem medar-i iftiharım
Hem derin sükûtun sırrı, hem de boranımdır benim
Damlada feyzi ummanım, ummanda cevher-i canım
Bahr-ı aşkta kılavuzum, derya kaptanımdır benim
Mabedimde, mescidimde, mihrabımda, miracımda
Hem duamda arzuhalim hem imtihanımdır benim
Hem derd-i âh u zarımdır hem de derde dermanımdır
Hem kalbiselim ebrarım hem kalp mimarimdir benim
Hem mahbubum muhabbetim hem münir i münevverim
İki cihana rehberim: cennet ridvanımdır benim
…………….
(….yarım kalan dizelerden)
ah, İstanbul. Ocak,2015
Mihman: misafir, konuk
................
12
12
GÖNÜL
Gönül, ne ummandın, ne de çağlayan
Ne damlaya sığdın ne derya oldun
Akşam günbatımı çırpınıp duran
İki damla gözyaşında savruldun
Ayın on dördünde ay yansısında
Kuşluk sofrasında nur karşısında
Göz gözeyken cennet provasında
Provanın en başında savruldun
Yapraklar sonbahar, dal tarumarken
Yürek yangınlarda, akıl firarken
-'Seni' derken. Kaf dağını aşarken
Tur dağının bakı’sında savruldun
Sevda güllerinden derleyip tek tek
Nur ile pişirdim bal petek petek
Yaranın üstüne merhem diyerek;
Güneşi zapt için çıkmıştık yola
Dert omuz omuza umut kol kola
Var mıydı yılgınlık var mıydı mola?
Kervanda savruldun handa savruldun
Bu sevgi yetmiyor artık kabul et
Ya dozunu artır, ya da dua et
Elbet göreceksin elbet daha net
Ya şükrün olacak ya tek umudun
Resetle gök nuru kalmasın izi…
Hakkını helal et bağışla bizi,
Deli yetiştirdik yüreğimizi
Gönül lisanımız, dilimiz oldun.
ah. İstanbul. 2017-2018
.........
13
Tan ağarmadan gök nuru, yükselirken asumana
Bir inci gibi yansıdı, süzüldü indi ummana
Gönül meylettikçe nurun, çekici cazibesine
Gün batımı sürüklendi savruldu aşk girdabına,
Ne dilberden ne de dilden ne haber var ne bir çare
Fener’de bir garip fener yanar avare avare
Bu ne rana bu ne eda bu hüsn ü sanat-i Mevla
Kuşluk gökyüzünün nuru yansır gönül sofrasına
İşte nurlu ay parçası, işte sim kristal ayna
İşte aşkın tevafuku işte sana dil-i şeyda
Akşam güneşi yansırken başıboş düşüncelere
Fener’de bir garip fener yanar avare avare
Tenimi baştan ayağa eyledin gönül sad-pare
Yüreğini yareleyip yaramadın gönül yâre
İster çık arşa miraca ister düş ah ile zara
Kâbe’yi tavaf etmeden varılmaz mah-i dildare
Bazen memnun bazen meftun bazen mecnundan biçare
Fener’de bir garip fener yanar avare avare
.............
asuman: gökyüzü
hüsn ü sanat-i Mevla: Mevla’nın güzel sanatı,
rana: çok güzel, en güzel(lik)
münir-i mehpâre: nurlandıran, ay parçası
mirat-ı mücella: kristal ayna, parlak ayna
dil-i şeyda: çılgınca tutkun gönül
tevafuk: Huda’nın istediği durum, tecelli
(…yarım kalan dizelerden..)
.............
14
14
O bir gönül mihmanı, o bir sohbet-i ihvan?
O bir izzet ü erkân, münevver hüsn ü cihan?
Güneşi aya katıp, göğsünde kundaklasan,
Erişti fasl-ı hazan geri dönmez yelkovan…
Tevafuk vahiy gibi göz eşiğini aştı
Gönüllerden süzülüp kalplerde berraklaştı
Ağzım dilim tutuldu, aklım dimağım şaştı.
Aşka tercüman olmak, miraca çıkmaktan zor,
Savrulduk okyanusla gökyüzü arasına.
Şafak ile gurubun kıyısız deryasına
Hem seyir defterine hem yol haritasına
Göz gözden kaçınırken baksan zor bakmasan zor
Sürüklendik sükûtun, nüktesiyle gün be gün
Ya araf’ a müebbet ya da mahşere sürgün.
Kâbe’yi secde-gâh etmeden mahinurun;
Kalp eşiğini geçmek sıratı geçmekten zor,
Yaprak yaprak döküldü; takvimden günler, aylar,
Kuşluk sofralarından yadigâr hatıralar,
Ne izin verdi yıllar, ne kördüğüm palamar,
Söz huysuz keman gibi sussan zor konuşsan zor,
Derin denizler gibi sükûtun derin gizi
Kâh zirveye taşıyor, kâh sürüklüyor bizi,
Hakk’a ulaştırmadan vuslat dilekçemizi,
Ay yüzüne ulaşmak arş’ a ulaşmaktan zor
Ya rab!.. Bir mabet gibi âşina mekân olsam
Kutsal ibadet gibi nura camekân olsam
Sessiz hıçkırıkları sonsuz mutluluklara
Sonsuz mutlulukların sebebi imkân olsam
ah, İstanbul, 2015
.....................
15
15
İlahi bir tevafuk: imge tamam, im tamam
Bir lütfün tecellisi gibiydi yer ve zaman
Hikmet ve ferasetin yoğunlaştığı nurdan,
Şimşekler boşanırken,yere indi asuman.
Gurubun kızıllığı, ufkun ay ışığından,
İlahi vahiy gibi kalplere inen nurdu.
Kuşluk sohbetlerinin atardamarlarından,
Sızan sükûtun sırrı, gözlerden okunurdu.
Dosttan, yarenden öte, ötelerden öteydi.
Yüreğindeki nurun aksi ay yüzündeydi
İki cihana rehber aşk ve şefkatin şavkı
Sonsuzluğun eşiği gözbebeklerindeydi.
Bu sır tesadüf değil, tevafuktaki sırdı.
Ne sır gibi saklanır, ne de açıklanırdı
Ahde vefa vadeden yüreklere aşikâr
Sırat gibi yol olur cennet gibi yansırdı.
Ya rab!.. Bir mabet gibi âşına mekân olsa
Kutsal ibadet gibi nura camekân olsa
Sessiz hıçkırıkları sonsuz mutluluklara
Sonsuz mutlulukların sebebi imkân olsa
ah, İstanbul. Ocak,2015
........................
16
………
Gönül ne söyledin ne söyle dedin
Lisanda durmadın, dilde durmadın
Ne derman aradın, ne dert dinledin,
Dikende durmadın, gülde durmadın
Kuşluk güneşiyle sofralar kurdum
Kabe'yi dolandım, kıyamda durdum
Kırk hatim indirdim, kırk fal okudum
Fincanda durmadın, elde durmadın
Aylayı susturdun ayı susturdun
Bulutlarda çakan, yayı susturdun,
Ne dedin de mehlikayı susturdun,
Yanında durmadın, yanda durmadın
Her kuşluk muhabbet kurulur sandın.
Sohbette arınır, durulur sandın
Sevda kervanında, yar olur sandın.
Kervanda durmadın, handa durmadın
Resetle gök nurum kalmasın izi…
Hakkını helal et bağışla bizi,
Deli yetiştirdik yüreğimizi
Vurduk kırılmadın, kırdık kırmadın
ah, istanbul, temmuz 2012
18
Kuşluk sohbetleri, Edirnekapı
Bir tevafuk, bir lütuftu, hikmetti,
Bir aşkın mihrabı; o eşsiz yapı
Bir zarafet, bir letafet, sebepti,
Bazen arzı bazen arşı gezerdik
Bazen zoru ferasetle çözerdik,
Kâh üstünü kâh altını çizerdik,
Dershanemiz bir dergâhtı, mektepti…
Mazi bizde, ati bizde, an bizde
İhvan bizde, canan bizde, can bizde
Damlayı deryaya taşıran bizde
Kalplerdeki mürüvvetti, lezzetti
An olur Mihrimah anımsanırdı
Sohbet aydınlanır, gün nurlanırdı
Yedi günde yedi ayrı nur vardı.
Sohbet değil, bir ülfetti, halvetti
Gönülleri şefkat ile süslerdik
Muhabbeti vuslat ile beslerdik
Ahde vefa, özde sadakat derdik
Bu sözleşme beşaretti, hasretti.
Güneşi zapt için çıkmıştık yola.
Dert omuz omuza umut kol kola.
Var mıydı yılgınlık var mıydı mola,
Bu bir şevkti, inançtı, ibadetti
Hasretin kıyamda durduğu yerde
Gönül pencerede, göz perdelerde,
Vuslata açılan mukaddes perde;
Zamanı tüketti, sabrı tüketti...
İlimde, irfanda, fende kâmil ol
Varlıkta, yoklukta, tende kâmil ol
Hakikat yolunda sen de kâmil ol
Basiret bir hidayettir, gayrettir.
,,,,,,,,,,,,
(ah, İstanbul, Ağustos 2015)
.........
19
MİHRİMAH
Kucağında nur saçan mabet Edirnekapı!
Bir gönül mihrabıdır bu sır bu eşsiz yapı
Bu bir taş yapı değil; bu bir çığlık, bu bir âh
Bir estetik şaheser, bir hesaptır Mihrimah
Ay ışığı minare, teri tutuşan duvar
Harcında bir tutkunun gözyaşı, göz nuru var.
Mahşere sürülse de, hasret olsa da vuslat;
Gökyüzü yere indi, yer yükseldi yedi kat
Mabede dönüşürken o mukaddes sadakat
Bir saltanata inat, pür saltanattı sanat,
Şafak ile gurubun tavaf ettiği yere,
Mihrimah’tan nur taşır rengârenk her pencere
Aşkla dolmasaydı kalp ya da kalp kırıkları
Yansıtır mıydı mabet sessiz hıçkırıkları
İlahi tevaffuku işlerken satır satır
İnşirah süresinin sırrını hatırlatır
Bu, bir tesadüf değil, bir “tevafuksa” eğer;
“Görelim Mevla neyler neylerse güzel eyler.”
ah, İstanbul. 2015
........................
20
Kuşluk sofralarından, kuşluk sofralarına.
Bir ayışığı olsan bir güneş gibi doğsan
Kuşluk sofralarından, kuşluk sofralarına
Gökyüzünden nur sağsan, ben yuğsam sen yoğursan
Kuşluk Sofralarından Kuşluk Sofralarına
Sofraya mihrimahdan gergef örsen tül sersen.
Ben de sersem üstüne yüreğimden; sen, sen, sen…
Nurunu kadehlere; kadehleri gezdirsen
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına
Bir ben söylesem bin sen, dinlesem seni senden.
Bir bayram müjdelesen bize senin sesinden,
Sesini ve ahengini bağlardım yelesinden
Kuşluk sofralarından, kuşluk sofralarına,
Bir yanda sessizliğin, gözyaşın ve kederin
Bir yanda okyanusu savuran derin derin
Göktaşı gibi dalsa gözlerime gözlerin
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına.
“-Ben, ben, ben,seni…” desem; “-seni senden habersiz
Gökyüzüyle paylaşıp, söyleştim.” sessiz sessiz.
Şafak ile gurubu birleştirdiğim sensiz
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına.
Gel saf ve duru ayna, gel parlak ay ışığı.
Gel de bitsin bu hasret bu tutkunun çığlığı.
Bağla mukaddes bağı, mukaddes bağlılığı,
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına,
.....................
ah, İstanbul ben, Ekim 2014
............................
21
Bir eser düşlüyorum ufuklardan aşacak
Yıldızlara basarak, güneşe ulaşacak.
Gel gökyüzü ışığı.
Gel kuşluk aydınlığı
Gel de bitsin bu hasret
Bu tutkunun çığlığı,
Sen ey kuzey yıldızı! yalnızlığın yalnızı,
Sen titrek dalgalara hasret denizyıldızı.
Gün batımı yakmadan okyanuslarımızı
Ya bir damla im gönder ya derya ol ak da gel
Gel de iki dost gibi, tutuşa tutuşa bak.
Sessizce gözlerime bakışlarını bırak.
Dert yükünü deryanın koynuna boşaltarak,
Kördüğüm palamarı ateşe bırak da gel
Geçmesin geleceğin tinsiz reçetelerle,
Gölgeleme bahtını tıynetsiz gölgelerle,
Yüreği eşiğine seccade serene bak
Üstü çizilenleri peş peşe bırak da gel.
Hem sevgi ol hem şefkat karış sağanaklara,
Sevinç gözyaşı gibi yürekten yanaklara,
Hasret ve suskunluğu, sonsuz mutluluklara,
Acı tebessümünü gülüşe bırak da gel
Sen kuşluk aydınlığı, yüreği pak, alnı ak,
Bir ayet gibi duru, bir vahiy gibi berrak
Bu mukaddes duygunun çığlığını duyarak
Sessizliği, sükûtu geçmişe bırak da gel
....
(….yarım kalan dizelerden…)
....
tin: ruh
tıynet: karakter, huy,,
Sen bir kuzey yıldızı, yalnızlığın yalnızı,
Ben titrek dalgalara hasret denizyıldızı.
Gün batımı yakmadan okyanuslarımızı
Ya selam ya im gönder ya derya ol ak da gel
Ufku aş, hududu aş, bir vahiy gibi berrak,
Sessizliği, sukutu geçmişe bırak da gel
Gün batımı okyanus
Tutuştu derin derin
Kolları delik deşik
Körkütük yelkenlerin.
Sustu gök, sustu bulut
Sustu gün, Sustu ışık,
Peşine sürüklendik
Derin sessizliklerin
İmge suskun, im suskun,
Zaman kısa, yol uzun.
Kül rengi tüller sardı
Ufkunu yolumuzun
Kuşluk sohbetlerini
Aydınlatan o nurun
Yerine suskunluğun
Gölgesi uzun uzun
Gel de iki dost gibi, tutuşa tutuşa bak.
Sessizce gözlerime bakışlarını bırak.
Nurunu okyanusun kalbine boşaltarak,
Kördüğüm palamarı ateşe bırak da gel.
Bir can, bir yaren gibi bu harcı yoğuracak
Ya bana bir im gönder ya derya ol ak da gel
Ayışığı tutuşan;
Okyanusa inerken
Titreyen köpükleri
Okşayıp gezinirken
Çengeli bulutların
Burcuna takıyorduk,
Sessiz sağanakları
Serbest bırakıyorduk
Yüreklerden visali
Gökyüzüne taşıyor,
Hudutları aşıyor,
Arşı dolaşıyorduk.
Kâh nura yaklaşıyor
Kâh uzaklaşıyorduk.
Sonsuzu paylaşıyor,
Sonsuzu yaşıyorduk
Geçmesin geleceğin tinsiz reçetelerle,
Gölgeleme nurunu tıynetsiz gölgelerle,
Secde için yüreği eşiğe serene bak
Üstü çizilenleri peş peşe bırak da gel.
Sen ağaran bir şafak, yüreği pak, alnı ak
Ya bana bir im gönder ya derya ol ak da gel
Hem sevgi ol hem ışık karış sağanaklara,
Sevinç gözyaşı gibi yürekten yanaklara,
Hasret ve suskunluğu, sonsuz mutluluklara,
Acı tebessümünü gülüşe bırak da gel
Damla ol, okyanus ol, umman gibi taşarak
Ya bana bir im gönder ya sel gibi ak da gel
ah, istanbul, ağustos 2012
................
22 Gönül mabedimizin minberine kurulduk;
Hep kendimizi yazdık; kendimize okuduk.
Mihr’in yörüngesine, mâh’ın cazibesine,
Sarıldıkça savrulduk ötenin ötesine,
22
22-
Ayışığı sessizce süzüldü okyanusa,
Titreyen köpüklerin üstüne basa basa
Döküldü gözlerinden titrek iki damla su
İki göktaşı gibi savurdu okyanusu...
Ayıldık alnımıza savrulan soğuk terle
Kumsalda sürüklenen mahşeri köpüklerle
Neden uyanamadım neden ufkum çok kısa
Ya tevafuk u lütfün bir kördüğümü varsa.
Tutunmak istiyor da, ya tutunamıyorsa
Hadi aklım yüreğim, ayağım, çarıklarım
Gurup kızıllaşmadan, dolaşın adım adım.
Bitti rüyam, kültürüm; ufkum, kazandıklarım
Neden bir yaren gibi yanında olamadım
Üzülme ayışığı düşmesin bir damla yaş.
Her anı dolu yaşa, he anı yavaş yavaş
Işık ol, nuru paylaş, ufku aş, hududu aş,
Yüreklerde olgunlaş, yüreklerde sonsuzlaş.
Derya ol, okyanus ol, zeyrek okusun seni,
Şefkat ol, merhamet ol, yürek okusun seni
Minber okusun seni, mihrap okusun seni.
Dost kapısı açıkken sebilken yüreğinin
Eşiğine nur yağsın güneşte gör gölgeni
Sen, bulutların kızı göklerin ışığısın,
Çelikten bir yay gibi asla sönmesin hırsın
Güneşi hedefledik yıldızlar tramplenin,
Engelleri katlayıp üstüne basa basa
Kendine ulaşmalı, kendini aşmalısın.
Öyle mutlu, bahtiyar özgün olmalısın ki
Ardından beni bile gururlandırmalısın,
ah, istanbul, nisan 2012
...............................
23
23
Ay büyülü nurunu dalgalara taşırken,
Kayalıklarda tutsak, kıyamda bir fenerim.
Titrek, ürkek köpükler kumsala ulaşırken
Dalarım derin derin engini seyrederim.
Kırık aynalar gibi beni de sürükleyin.
Kumların arasına bir sır gibi ekleyin.
Ayışığı yansırken gösterin kâinata,
İşte ölümsüz aşk bu, işte sonsuzluk, deyin..
ah, İstanbul, aralık 2014
24
Yüreğime baktım okyanuslarda
Yelkeni gökyüzü yeli gökyüzü,
Gökyüzüne tutsak yirmi dört saat.
Kalemi gökyüzü dili gökyüzü…
Çengeli buluta gerilmiş yaydı
Yıldızlar bir yanda ay bir yandaydı
Mah nura ram olur meram olurdu
Akıl olmayaydı ak olmayaydı.
Bir yanda yüreğin, bir yanda aklın,
Bir yanda savrulmuş yılların vurur.
Bir kez gökyüzünde açılmaya gör,
Mehtabın savurur, nurun savurur.
Bir yanda düşlerim nurlu asuman
Bir yanda ümidim sefil perişan
Konuşmak isterim yeter çektiğim,
Her an avucumdan akıyor zaman.
Her an mabedimde hep ayındayım.
Her an mihrabımda, hep kıyamdayım
Aklın ve tabunun sürgün dervişi,
Hem en uzağında, hem yanındayım
Ne mutlu sana ki bizden ötesin.
Sussa da yüreğin sussa da sesin,
Sonsuzluk nurunun yörüngesinde,
Ufkun ötesinin ötesindesin.
İçimde bir ümit, belki diyorum
Belki bir gün gelir belki bir zaman
Belki başka dilde, hiç yutkunmadan,
Bir kuşluk vaktinde dost sofrasında
İçimde bir ümit, hissediyorum
Her sabah yırtılan müsveddelerden,
Her sabah tutuştur karışsın nura
Issız sokaklardan boş caddelerden
Her sabah yeniden nur ufuklara
Koş nur ışığına, koş mahinura
ah, istanbul şubat, 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder