28 Şubat 2013 Perşembe

GÖK NURUYLA SÖYLEŞİLER






Güneşi Hedefledik
..................
Bu yollarda başladı yollara düşüşümüz
Güneşi hedefleyen aşktı, yürüyüşümüz

Çıktık dolu rüzgarla gün ağarmadan yola
Yarla omuz omuza, sarp dağlarla kol kola
Bir yamacımızda yar, bir yamacımız dağlar,
Cennet gibi coştukça coşan yemyeşil bahar,

Vadi bir Cennet vadi, cennet panoraması,
Hakk'ın bize vaadi, cennetin provası

Bu vahyin gönüllere, bir yol haritasıdır
Gönüllerin ihyası, kalplerin inşasıdır
Güneşin ay yüzüne akseden nuru gibi
Aşk da vahyin nurunun yarda yansımasıdır

Ay büyülü nur gibi, yollar nur şelalesi
Sanat üstü bir sanat, bir tabiat balesi
En eşsiz tasarımın, en boyutlu bestesi
En natürel serenat; kuşların, suyun sesi

Önde Hızır'la Musa, bir elimizde asa
Engelleri katlayıp üstüne basa basa
Nil üzerinden yaya, geçtik Turu Sina'ya
En nurlu yarımada, en aydın coğrafyaya,

Bu liman bir sığınak, şefkat nuru sahiller
Göğsü ummana açık, kıyamda duran fener
Bir çeyiz hazinesi, bir nakışhane her yer,
Al kalan yıllarını, istediğin yere ser

Bir mesihi nefesle, kırda kandiller yandı,
nevruzla Yar buluştu, gelincikler uyandı
Yusuf ile Züleyha, İsa; hep birlikteyiz
Yeniden harmanlandık, yeniden kodlandık biz,

Bence tesadüf değil, Hakk'ın bir lütfü bize,
Aşk ve şefkat nurunu nakşetti kalbimize
İm belli, imge belli, an belirsizse eğer
Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.

Hakkın en üst lütfünü, en nurunu paylaştık
Taştan taşan su gibi taştık dağları aştık
Dört mevsim, yedi sene, yedi iklim dolaştık
Karıştık deryalara arındık, berraklaştık

'Acıyı bal eyledik, sıratı yol eyledik',
Vardık yar eteğine yüreği dil eyledik
Sevgi yetmiyor diye aşktan kattıkça kattık
Haktan deyip yüreği, şımarttıkça şımarttık

Bu vadide başladı yollara düşüşümüz
Güneşi hedefleyen aşktı, yürüyüşümüz

......................................
(...yarım kalan dizelerden...)
ah. istanbul, 2019-2020i






..................
Bu vadide başladı yollara düşüşümüz
Bu yollarda başladı aşka yürüyüşümüz

Yollar dağ kucağında, gittikçe yükseliyor
Dağdan kekik kokusu, çam kokusu geliyor.

Ufku tutuştururken akşamın alevleri
Uzaktan selam verir yaylanın dağ evleri

Dağ, taş, kaya demeden yaklaşırken kanyona
İşte tam bu kanyonda gözüm takıldı ona

Brandasını saran yorgun bir arabacı
İnsan yok mu? der gibi bakıştık acı acı

Döküldü gözlerinden titrek iki damla su
İki gök taşı gibi savurdu okyanusu.

Ayıldım alnımdaki zemheri soğuk terle,
Vadi yamaçlarını nemlendiren sislerle

Bulutun her damarı, yağmurun her sicimi,
Tamburun teli gibi, seslendirdi içimi

Ya bu arabacının bir kördüğümü varsa.
Ya dert yükü ağır da, gücü tükeniyorsa

Üzülme arabacı düşmesin bir damla yaş.
Her anı dolu yaşa, he anı yavaş yavaş
Işık ol, nuru paylaş, ufku aş, dağları aş,
Yüreklerde olgunlaş, yüreklerde sonsuzlaş.

Gel de iki dost gibi, tutuşa tutuşa bak.
Sessizce yüreğime bakışlarını bırak
Dert yükünü kanyonun koynuna boşaltarak,
Kördüğüm palamarı ateşe bırak ta gel

Sen, direnişin tacı, taşta çam ağacısın,
Çelikten bir yay gibi asla sönmesin hırsın
Engelleri katlayıp üstüne basa basa
Kendine ulaşmalı, kendini aşmalısın.

Öyle mutlu, bahtiyar, mesut olmalısın ki
Ardından beni bile gururlandırmalısın
.......
.......
(...yarım kalan dizelerden...)

ah.İkiz dere 2018







ikiz dere,

Sana baktım yıllarca hasret penceresinden
Bir avuç içinde sen, bir cennet içinde sen
Sen kalbin atışında sen kanın akışında
Kuşluk aydınlığında, güneş batışında sen

Yıllar var ki dört mevsim nadasa bırakılmış,
Ne duvağı takılmış, ne kınası yakılmış
Bir cennet provası, yemyeşil zümrüt mekan
Hak'tan bize bir vahiy, Hak'tan bize armağan

Dağ kokan nefesiyle, çamda yağmur sesiyle,
Nevruz başaklarını emziren çisesiyle
Deresi, şelalesi, hepsi bir duygu seli
Hepsi aşka susamış, hepsi deli mi deli

Para kadar bulut yok, gün apaydın, gök nurlu
Ne oldu anlamadan bir de baktın yağmurlu
Ne bent koyar ne engel, savurur yerden yere
İki deli çağlayan, iki aşk, ikiz dere,

Ya damlada ummandı doldum bendimden taştım
Ya da bendimi yıktı taştıkça berraklaştım

Kırgın bakma göz nurum , kırılma, anla bizi
Deli yetiştirdik biz deli yüreğimizi

(...yarım kalan dizelerden...)

ah.İkiz dere 2018





Gönül ne dillendin ne dilde durdun
Perdede durmadın, telde durmadın
Ne damlaya sığdın ne derya oldun
Enginde durmadın, gölde durmadın

Kuşluk gök nuruyla sofralar kurdum
Nura el bağladım, kıyamda durdum
Dört mevsimi karıştırdım doldurdum
Fincanda durmadın, elde durmadın

Her kuşluk muhabbet kurulur sandın.
Sohbette arınır, yoğrulur sandın
Sevda köprüsünde durulur sandın.
Kervanda durmadın handa durmadın

Güneşi susturdun, ayı susturdun,
Şimşeği susturdun, yayı susturdun,
Ne dedin de mehlikayı susturdun,
Ummanda durmadın, tanda durmadın

Resetle gök nurum kalmasın izi…
Hakkını helal et bağışla bizi,
Deli yetiştirdik yüreğimizi
Hicranda kırmadın, gamda kırmadın


ah, istanbul, temmuz 2012


a


O bir gönül mihmanı, o bir sohbet-i ihvan?
O bir izzet ü erkân, münevver hüsn ü cihan?
Güneşi aya katıp, göğsünde kundaklasan,
Erişti fasl-ı hazan geri dönmez yelkovan…

Tevafuk vahiy gibi göz eşiğini aştı
Gönüllerden süzülüp kalplerde berraklaştı
Ağzım dilim tutuldu, aklım dimağım şaştı.
Aşka tercüman olmak, miraca çıkmaktan zor,

Savrulduk okyanusla gökyüzü arasına.
Şafak ile gurubun kıyısız deryasına
Hem seyir defterine hem yol haritasına
Göz gözden kaçınırken baksan zor bakmasan zor

Sürüklendik sükûtun, nüktesiyle gün be gün
Ya araf’ a müebbet ya da mahşere sürgün.
Kâbe’yi secde-gâh etmeden mahinurun;
Kalp eşiğini geçmek sıratı geçmekten zor,

Yaprak yaprak döküldü; takvimden günler, aylar,
Kuşluk sofralarından yadigâr hatıralar,
Ne izin verdi yıllar, ne kördüğüm palamar,
Söz huysuz keman gibi sussan zor konuşsan zor,

Derin denizler gibi sükûtun derin gizi
Kâh zirveye taşıyor, kâh sürüklüyor bizi,
Hakk’a ulaştırmadan vuslat dilekçemizi,
Ay yüzüne ulaşmak arş’ a ulaşmaktan zor

Ya rab!.. Bir mabet gibi âşina mekân olsam
Kutsal ibadet gibi nura camekân olsam
Sessiz hıçkırıkları sonsuz mutluluklara
Sonsuz mutlulukların sebebi imkân olsam

ah, İstanbul. 2015













Yüreğime baktım okyanuslarda
Yelkeni gökyüzü yeli gökyüzü,
Gökyüzüne tutsak yirmi dört saat.
Kalemi gökyüzü dili gökyüzü…

Çengeli buluta gerilmiş yaydı
Güneş bir yandaydı, ay bir yandaydı
Aylaya ram olur meram olurdu
Akıl olmayaydı ak olmayaydı.

Bir yanda yüreğin, bir yanda aklın,
Bir yanda savrulmuş yılların vurur.
Bir kez gökyüzünde açılmaya gör,
Mehtabın savurur, nurun savurur.

Bir yanda düşlerim nurlu asuman
Bir yanda ümidim sefil perişan
Konuşmak isterim yeter çektiğim,
Her an avucumdan akıyor zaman.

Her an mabedimde hep ayındayım.,
 Her an gökyüzünde yakınındayım
Aklın ve tabunun sürgün dervişi,
Hem en uzağında, hem yanındayım
Ne mutlu sana ki benden ötesin.
Sussa da yüreğin sussa da sesin,
Sonsuzluk nurunun yörüngesinde,
Ufkun ötesinin ötesindesin.

İçimde bir ümit, belki diyorum
Belki bir gün gelir belki bir zaman
Belki başka dilde, hiç yutkunmadan,
Belki başka yerde, başka mekanda
Bir kuşluk vaktinde dost sofrasında
Yine gökyüzünü, paylaşacağız
İçimde bir ümit, hissediyorum


Her sabah yırtılan müsveddelerden,
Her sabah tutuştur karışsın nara
Issız sokaklardan boş caddelerden
Her sabah yeniden koş mahinura
Koş nur ışığına nur ufuklara

ah, istanbul şubat, 2012






Kuşluk sofralarından, kuşluk sofralarına.

Bir ayışığı olsan bir güneş gibi doğsan
Kuşluk sofralarından, kuşluk sofralarına
Gökyüzünden nur sağsan, ben yuğsam sen yoğursan
Kuşluk Sofralarından Kuşluk Sofralarına

Sofraya mihrimahdan gergef örsen tül sersen.
Ben de sersem üstüne yüreğimden; sen, sen, sen…
Nurunu kadehlere; kadehleri gezdirsen
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına

Bir ben söylesem bin sen, dinlesem seni senden.
Bir bayram müjdelesen bize senin sesinden,
Sesini ve ahengini bağlardım yelesinden
Kuşluk sofralarından, kuşluk sofralarına,

Bir yanda sessizliğin, gözyaşın ve kederin
Bir yanda okyanusu savuran derin derin
Göktaşı gibi dalsa gözlerime gözlerin
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına.

“-Ben, ben, ben,seni…” desem; “-seni senden habersiz
Gökyüzüyle paylaşıp, söyleştim.” sessiz sessiz.
Şafak ile gurubu birleştirdiğim sensiz
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına.

Gel saf ve duru ayna, gel parlak ay ışığı.
Gel de bitsin bu hasret bu tutkunun çığlığı.
Bağla mukaddes bağı, mukaddes bağlılığı,
Kuşluk sofralarından kuşluk sofralarına,

.....................

ah, İstanbul ben, Ekim 2014









Ay ışığım iki gözüm, alın terim, gururumsun
"Yüreğime kundakladım." gönül aynam, göz nurumsun
Emeğimde, eserimde hem kalemim hem de dilim
Hem tasarım, tasavvurum, hem mayam hem hamurumsun

Nur işledim hale ördüm bahr-i aşkı baştanbaşa
Damla damla dalga dalga, damar damara baş başa
Gökyüzünü maverayı, arşı dolaşa dolaşa
Adını göklere yazdım ister paylaş ister dursun.

Gölgeler sarmasın asla ay nurlu yüzünü yasla
Yıldızlardan salıncak as, arşı bağla okyanusla
Güneşe köprü istersen bir ucunu bize yasla
Şafak senin, gurup benim ister paylaş ister dursun

Seni o dalgalar yorar, dolaştırır yer yer seni
Oyalar taşlara çalar, yere serer yer yer seni

Gel, eski iki dost gibi, gel tutuşa tutuşa bak.
Sessizce bakışlarını göz bebeklerime, bırak
Aşkı gözbebeklerinden yüreğime boşaltarak
Yak kördüğüm palamarı, gemilerini yak da gel.

Bu bir liman bir sığınak, şefkat köpüğü sahiller
Bu bir cennet provası, kıyamda bekleyen fener
Bu kıyılar bu sahiller, bu sahillerdeki izler
Her köşesi dosta açık Cennet yansıması her yer
Al ömrünün, kalanını, al istediğin yere ser,
Zaman senin, mekân senin ister paylaş ister dursun
...............
(......yarım kalan dizelerden.....)

ah, İstanbul, Ekim 2013




Gök nuru tan ağarmadan yükselirken asumana
Bir inci gibi yansıdı, süzüldü indi ummana
Gönül meylettikçe nurun, çekici cazibesine
Gün batımı sürüklendi savruldu aşk girdabına,

Ne dilberden ne de dilden ne haber var ne bir çare
Fener’de bir garip fener yanar avare avare

Bu ne rana bu ne eda bu hüsn ü sanat-i Mevla
Kuşluk gökyüzünün nuru yansır gönül sofrasına
İşte nurlu ay parçası, işte sim kristal ayna
İşte aşkın tevafuku işte sana dil-i şeyda

Akşam güneşi yansırken başıboş düşüncelere
Fener’de bir garip fener yanar avare avare

Tenimi baştan ayağa eyledin gönül sad-pare
Yüreğini yareleyip yaramadın gönül yâre
İster çık arşa miraca ister düş ah ile zara
Kâbe’yi tavaf etmeden varılmaz mah-i dildare

Bazen memnun bazen meftun bazen mecnundan biçare
Fener’de bir garip fener yanar avare avare

.............
asuman: gökyüzü
hüsn ü sanat-i Mevla: Mevla’nın güzel sanatı,
rana: çok güzel, en güzel(lik)
münir-i mehpâre: nurlandıran, ay parçası
mirat-ı mücella: kristal ayna, parlak ayna
dil-i şeyda: çılgınca tutkun gönül
tevafuk: Huda’nın istediği durum, tecelli
(…yarım kalan dizelerden..)
.............

ah, İstanbul, Ekim 2014


















Can özümüzde nuru, onurla kundakladık
Ummandır o nur bize, incidir sevgimize
Gözyaşıyla barışık hüznü askıya aldık
Derin okyanusların sükutuyla biz bize…

Açıldı perde perde nura açılan perde,
Yüreğimiz göklerde sevdamız ötelerde
Şafak ile gurubun kızıllaştığı yerde
Cemre gibi damladı çaresizliğimize.

Kuşluk sofralarını, inşirahla suladık
Vuslatın hamurunu nur ile mayaladık,
Muhabbeti hasretin girdabına doladık,
Savruldukça sarıldık, kenetlendik biz bize.

Yeniden yorumladık, kâinatı, hayatı
Çiçekte sonsuzluğu, doğadaki sanatı,
Cennet provasıydı dostluğun çatı katı
Miraca çıkar gibi çıktık birbirimize.

Öyle sermest olduk ki, ben mi o yum, o mu ben?
Yeniden harmanlandım, yeniden kodlandım ben
Yansıdıkça susadım susadıkça yandım ben
Mihraba durur gibi durduk birbirimize

“Aşk da o, hasret de o, yürek de o, ben de o”
Kalem oldu bende o, kelam oldu bende o
Ne yandırdıysa bende, ne yaktıysa bende o
Taşan okyanusları kardık denizimize.

ah, İstanbul ben, Ekim 2014


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder